“Selâm, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selâm senelerce, senelerce evvele
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye, en iyiye, en güzele..”
Ahmet Muhip Dıranas**
Bu yıl ne mutlu bizlere ki, Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutluyoruz. Gurur duyduğumuz Cumhuriyetimizin 100. Yılında sizlere bir Cumhuriyet aydınını anlatmak istiyorum. Gazeteci-Yazar Sami Karaören Cumhuriyet ile yaşıt, Türkçe’ye gönül vermiş bir aydın, gazeteci, yazar, şiir dostu, entellektüel bir insan. Fethiye’nin Kaya Köyü’nde 1924 yılında doğmuş, ilk öğrenimini Fethiye, orta öğrenimini Muğla ve Antalya’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirmiştir. 1957 yılında Dünya Gazetesinde başladığı gazetecilik mesleğini uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesinde yazı işleri müdürü, makaleler editörü olarak sürdürdü. Gazetenin “Olaylar ve Görüşler” sayfasının sorumluğunu üstlendi ve 2. Sayfayı Türkiye’nin en ünlü yazar, şair, sanatçı ve akademisyenlerin yazılarıyla bir efsane haline getirdi. Çağdaş Yayınlarının yönetmenliğini yaptı. Pek çok dergi, kitap ve gazetelerde dil, edebiyat, sanat, gezi yazıları yazdı. 1962 yılında Türk Dil Kurumu Gazetecilik Ödülünü aldı. Dolu dolu, harika bir yaşam.
Gaziantep Üniversitesinde görev yaptığım yıllarda Sayın Cahit Külebi’yi Üniversitemizde davet etmiştik. Cahit Külebi Rektörümüz Prof.Dr. Uğur Büget’in davetine “Benim çok sevdiğim bir öğrencim, dostum var. Sami Karaören. O’nu da çağırırsanız gelirim.” Demiş. Bu kadar güzel teklife Rektörümüz “Çok seviniriz, onur duyarız” diye yanıt vermiş. Cahit Külebi’nin gelmesine o kadar sevindik ki. Havalanında kendisine sunduğumuz çiçeği alıp bize “Çiçekle konuşma “ şiirini okumuştu. “Artık ne pencerem var seni koyacak/Ne masam/Sevgilim de yok bu şehirde/Çiçek seni alıp ne yapsam?”
Ne yazık ki Sami Bey işlerinin yoğunluğu nedeniyle Gaziantep’e gelemedi. Gelemedi ama o harika birkaç gün içerisinde Sayın Külebi’nin dilinden Sami Karaören adı hiç düşmedi. Sanki Sami Bey her an bizimle birlikte idi. Sami Karaören ile telefonda tanıştık. Kısa bir telefon görüşmesi ile başlayan tanışma yıllar boyu farklı zamanlarda devam etti. O’nun anlattıkları belleğimde parlak bir ışık demeti gibi beni aydınlatmaya hala devam ediyor. Saatlerin su gibi akıp gittiği, günlerin, ayların ve yıllarından ardından her biri zaman imbiğinden geçerek çok güzel anılara dönüştüler. Bu anılar sadece bende kalsın istemedim ve iznini alarak 2014 yılında kayıt tuşuna bastım.
Ailesi, eğitim-öğretim yaşamı, tanıştığı, dost olduğu sanatçılar, yazarlar, ressamlar, siyasiler, gazeteciler, Atatürk ve devrimleri, Türk Dil Kurumu, Köy Enstitüleri, Halkevleri, Cumhuriyet Gazetesi, güzel Türkçemiz ve daha neler neler. Konuştuk, yazılar, şiirler okuduk, marşlar şarkılar söyledik..
Cahit Külebi, Ahmet Muhip Dıranas, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Atilla İlhan, Yahya Kemal Beyatlı, Nazım Hikmet Ran, R.Tevfik Bölükbaşı, Necati Cumalı, Behçet Necatigil, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Sabahattin Kudret Aksal, Mehmet Başaran, Ömer Asım Aksoy, Agop Dilaçar, Nurullah Ataç, Vedat Günyol, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Yunus Nadi, Nadir Nadi ve ailesi..İlhan Selçuk, Çetin Altan, Erol Mütercimler, Ali Sirmen, Orhan Erinç, Adnan Benk, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Macit Gökberk..
Ne çok konuğumuz vardı her zaman. Hepsi birbirinden özel. Anılar, öyküler harmanlandılar, uçtular ve ak kağıtların üzerinde yerlerini aldılar birer birer. Hangisini paylaşsam acaba? Hepsi o kadar özel ki. En iyisi Sami Bey’in “Cumhuriyet’ in kuruluşunun en güzel hikâyesidir.” Dediği Falih Rıfkı Atay’ın Sami Karaören’e **anlattığı anıyı paylaşayım izninizle..
“Ben Dünya Gazetesinin Yazı İşleri Müdürüyüm. Gazetede demin de söz ettiğim gibi Falih Rıfkı Atay’ın FATAY diye yazıları çıkıyordu. Haftada bir yazdığı yazılar su içercesine okunurdu. Falih Rıfkı büyük bir yazardır. O’ndan çok hikâye dinledim. Bir tanesini anlatırken ‘Aman bunu lütfen yazın’ dedim. Durdu, düşündü. Israr ettim. ‘Peki’’ dedi. Cumhuriyet’in gerçekten nasıl kurulduğunu, Atatürk devrimlerinin o yoksul Türkiye’nin nasıl çiçeklendiğini göreceksin o anlattığım hikâyede. Yazdırdım o yazıyı. Falih Rıfkı Atay’ın kitabında da var. Bir gün akşamüstü. Kış akşam üstüsü. Mustafa Kemal’in yaveri telefon ediyor. ‘Paşa Hazretleri Yakup Kadri ile sizi evine rica ediyor’ diyor. Gidiyorlar, Atatürk bahçede. Mustafa Kemal bahçeye bakan koridorda bir Rumeli türküsü söyleyerek gidip geliyor. Cumhuriyetin ilk yılları. Köşkte yalnız. Rumeli türküleri söyleyen bir Rumeli delikanlısı. Akşam karanlığında Rumeli türküsü söylüyor. Bizim geldiğimizi yaver söyleyince “Yakup, Fahri ne iyi ettiniz de geldiniz” diyor. Çok mutlu oluyor Atatürk. Bir şeyler hazırlandı. O hazırlanan şeylerden birer kadeh içtik ya da içmedik. Sohbet ettik. Durduk yerde “Kalkın İsmet Paşa’ya gidelim” dedi Atatürk. İsmet Paşa’ya gidelim deyince ‘Peki Paşam’ dedik.
“Hazırlandık gideceğiz. Tam çıkarken İsmet Paşa’nın evinde şimdi yeteri kadar yemek olmayabilir. Bizde olanları, şu yemekleri alıp götürelim” demiş. Dinlerken gözlerim doldu… Gitmişler.. Paşanın evinin kapısında bir nöbetçi. Nöbetçiden sonra 7-8 metre yürüyeceksin. Sonra iki katlı bir ev. Alt katta yaşıyorlar. Üst katta da yatak odaları ve kabul yerleri var. Evinin kapısında İsmet Paşa bizi karşıladı….. ‘Buyurun Paşa hazretleri, şeref verdiniz’ diyerek annesi de karşılamış. Atatürk annesinin elini öpmüş sonra hemen merdivenlerden bir kat yukarıya çıkılmış.. Sohbete başlamışlar. Atatürk İnönü’ye ‘Paşa’ demiş ‘Türkiye’nin kazandığı devrimle, inkılapla tüm dünyanın dikkatini çektik. Bütün dünyadan sefirler geliyor. Senin gibi bir diplomatı, başvekili ziyaret ediyorlar. Hepsinin beni ziyaretten sonra gittikleri ilk yer sen oluyorsun. Ve seninle onlar daha yakın. Sürekli onlarla iç içe yaşıyorsun. Böyle bir evde oturman olmaz. Başka bir ev yapalım sana.’ İnönü cevap vermiş: ‘Paşa hazretleri benim param yok yaptıramam. Burası da bize yeter, artar.” Atatürk İnönü’nün sırtına dokunmuş. ‘Paşam bunu devlet yaptırmak zorunda. Devlet Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına bir ev yaptırmak zorunda’ demiş. İnönü ‘Ben Cumhuriyetimizi, Devletimizi masrafa sokamam. Biz Devletimizi ancak idare ediyoruz.’ deyince Atatürk ‘Ona çare elbet bulunur.’ demiş İsmet Paşa’ya. “Ben İş Bankasındaki hissemden yardım edeceğim. Sen de maaşından arttıracaksın. ‘Nasıl bir ev istiyorsun? Çiz bakalım.’ Falih Rıfkı diyor ki; ‘İsmet Paşa’nın çizdiği şimdiki oturduğu ev gibi. Kutu kutu üstüne bir ev.’ Atatürk bakıyor ve kalemi eline alıyor. ‘Şuradan bir giriş lazım. Geçildikten sonra bir kabul salonu. Orası gelen misafirlerin bekleme yeri. Ama çok gösterişli bir salon. Sen hazırlanacaksın, o kabule hazır bekliyor olacak. Sen alınsın diyeceksin yukarıda bir yerde karşılayacaksın. Bir salon çiziyor, bir salon daha çiziyor. Şurada kütüphane, şurada bilardo salonu filan. Burası bahçe. Bahçede şunlar, bunlar vs.” İsmet İnönü ‘Yapamam paşam param yok” deyince Atatürk ‘Yapacağız’ diyor. Ve Pembe Köşk’ün arsasını hediye ediyor. Pembe Köşk için mimarlar çağrılıyor…”
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere milli mücadele kahramanlarımızı, sanatçılarımızı, aydınlarımızı Sami Karaören kitabıyla saygıyla anıyorum. Yaşasın Cumhuriyetimiz!.
*11 Mayıs 2022 tarihinde Sami Karaören’, O güzel insanı, Cumhuriyet aydınını, şiir ve sanat dostunu sonsuzluğa uğurladık.
**Sami Bey her zaman şiirlerini okuduktan sonra “Hatırası kalbe ışıklarla dökülen bir gün yaşattınız. Hoşçakalın, görüşmek dileğiyle” diyor ve çok alkış alıyormuş. Sonra A.Muhip Dıranas’ın “Selâm” şiirinden dizeleri kullandığını açıklamış.
Kaynak: Şiirin Başkenti Sami Karaören, Haz. Gonca Tokuz, Mayıs, 2023, Ankara