Prof. Dr. Aylin Hengirmen Akçalı ile Nöroloji alanında önemli tavsiyeler ve öngörülerin konuşulduğu keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
30 yıllık meslek hayatında, yaşamına dokunmaya çalıştığı birçok hastanın, tanı koyma sürecinden tedavisine, alanında yaşadığı zorluklar, nöroloji dalındaki yeni gelişmeler ve daha birçok sorumuza içtenlikle cevap veren başarılı doktorlarımızdan Prof. Dr. Aylin Hengirmen Akçalı ile Nöroloji alanında önemli tavsiyeler ve öngörülerin konuşulduğu keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bu alanda mesleğe yeni atılacak genç meslektaşlarına da önemli mesajlar veren Akçalı, hasta iletişimi ve empati becerilerini geliştirmenin, bu alandaki başarılar için hayati öneme sahip olduğunu da vurguladı. Röportajımız sizlerle…
-Gaziantep Üniversitesi Hastanesi’nde nöroloji alanında uzun yıllardır görev yapıyorsunuz. Bu süreçte Gaziantep’te nöroloji ve genel sağlık alanındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
1997 yılından bu yana Gaziantep Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktayım. O zamanlar hastanenin poliklinik binası Kolejtepe'deydi. Acil servisimiz yoktu. Yatan hastaların binası ise eski Dr. Ersin Arslan hastanesinin yanındaydı. İki hastane binası arasında mekik dokuduğumuz günler 2000 yılında hastanenin üniversite kampüsüne taşınması ile son buldu. Asistanlığımdan itibaren dünyanın çeşitli gelişmiş ülkelerinde (Amerika Birleşik Devletleri-Almanya) fiilen çalışma fırsatım oldu. Türkiye’nin her köşesinde olduğu gibi Gaziantep’te de sağlık hizmetinin doktor ve hemşireler tarafından çok fedakârca verildiğini düşünüyorum. Sadece daha sistematik ve daha sağlam kayıt tutamamak gibi eksiklerimiz var.
Son yıllarda Gaziantep, inanılmaz bir hızla büyüyen nüfusu artan bir şehir oldu. Şu haliyle sağlık alanında ne kadar hastane muayenehane açılsa daha da fazlasına ihtiyaç var. Çünkü iyi bir sağlık hizmeti alabilmek için doktorunuzun size zaman ayırması gerekir, bu da ancak doktor başına düşen hasta sayısının azalması ile mümkündür. Günde 50-100 hasta bakan bir hekimden nasıl şifa beklenebilir ki!
-Nöroloji alanında karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi ve bu zorlukların üstesinden nasıl geldiniz?
Nöroloji pratiğinde en büyük zorluklar arasında doğru teşhis koyma süreci ve hastaların tedaviye uyumunu sağlamak yer almaktadır. Bu bağlamda hastaların belirti ve bulgularını doğru bir şekilde ifade edememesi, nörolojik değerlendirmelerin karmaşıklığını artırmaktadır. Hastalıkların teşhisi için gerekli birçok inceleme yöntemine ulaşmakta sorun yaşamamakla beraber, nörolojik hastalıkların bireye özgü nitelikler taşıması sebebiyle bireyselleştirilmiş tedavi yaklaşımı gerekmektedir, aynen usta bir terzinin kıyafeti sizin ölçülerinize göre dikmesi gibi. Benim özlemini duyduğum tek şey, hastalarıma yeterli vakit ayırabilmek olmuştur.
-Üniversite hayatınıza başka bir meslek dalı işleyip, yeniden sınava girerek tıp bölümüne geçtiğinizi biliyoruz. Bu kararı nasıl aldınız ve sonrasında mesleğinizde sizi nörolojiye yönlendiren en önemli etken neydi?
Aslında ilkokuldan itibaren sevgili öğretmenim Gülistan Salıcı’nın da bildiği üzere, “Ben beyin doktoru olacağım” derdim. Ancak lise son sınıfta bir meydan okuma gibi Boğaziçi Üniversitesi Fizik Mühendisliği’ni tercih ettim. Ancak 2 yıldan sonra sağlık alanına olan derin ilgimin ve insan sağlığına katkı sağlama arzumun bir sonucunda tekrar sınava girerek İstanbul Tıp Fakültesini kazandım.
Uzmanlık alanımda ise yarı mühendis yarı tıp kavramlarının ortak buluşma alanı olarak “Nöroloji” bölümünü tercih ettim. Zoru seven bir insan olduğumdan belki de “beyin ve sinir sisteminin karmaşık yapısı” beni kendine çekmiş olabilir.
-Nöroloji hastalıklarının tedavisinde teknolojinin gelişmesi ile birlikte nasıl değişiklikler gözlemliyorsunuz?
Teknolojik gelişmeler, nörolojik hastalıkların tanı ve tedavi süreçlerinde önemli değişiklikler sağlamıştır. Özellikle manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve bilgisayarlı tomografi (BT) gibi görüntüleme tekniklerinin gelişmesi, hastalıkların daha erken ve kesin bir şekilde teşhis edilmesine olanak tanımaktadır. Ayrıca telemedicine, yani online muayene uygulamaları, uzaktan takip ve danışmanlık hizmetleri sunarak hasta bakımını daha erişilebilir hale getirmiştir. Sağlık alanında yurtdışından örnek almamız gereken çok fazla bir durum yok. Ülkemiz teknik ve mesleki donanım konusunda çok iyi durumda. Sadece yurtdışında bazı konularda ülkenin bazı merkezleri belirli hasta grupları/tanıları için özelleşmiş oluyor ve hastalar oraya yönlendiriliyor. Bizde bu şekilde önemli numunelerimizi alanında adından söz ettirmiş hocaların kontrolü altında olan laboratuarlara göndererek çalıştırıyoruz. Henüz bizde özelleşmiş merkezler yok bunun için çok iyi işleyen randevu ve takip sistemleri kurmak gerekiyor. Zamanla bununda olacağına inanıyorum.
-Epilepsi-Sara hastalığında hastalarınız ne gibi sorunlar yaşamaktalar?
Halk arasında sara (nöbet) olarak bilinmekte. Nöbet her zaman dışarıdan fark edeceğiniz şekilde kasılmalar, titremeler şeklinde gerçekleşmiyor maalesef. Bazen dalmalar, baş dönmeleri, kötü tat/koku gibi belirtilerle karşımıza çıkabiliyor. Nöbetin sıklığıyla da alakalı olarak hastaların yaşam kalitesi ciddi şekilde etkilenmekte. Bazen bizim günlük rutinde basit gördüğümüz aktiviteler, onlar için yaşamlarını tehlikeye sokabilecek durumlara sebep olabiliyor (araba kullanmak, yüzmek vb.). Hastalarımız ve bizim için en can sıkıcı durum ise toplum içinde hastaya yapılan etiketleme. Bu durum, hastanın hastalığı kabullenip hekime gitmesini bile engelleyecek bir hal alabiliyor. Bu durumun önüne geçmek, tanı, takip ve tedavi açısından da bizi oldukça zorlayan bir mesele. Tanı koyarken hastanın klinik bulguları yanı sıra EEG (elektroensefalografi) oldukça önemli; kimin çektiği ve kimin yorumladığı çok şeyi değiştirebiliyor.
-Meslek hayatınızda en zorlandığınız vaka hangisiydi? Bu vakayı çözümleyebildiniz mi, nasıl bir yol izlediniz?
Çaresiz ve ölümcül hastalıkların tanısını hastaya veya ailesine söylemek en zor durum… 30 yıllık meslek hayatımda halen buna alışamadım. Öncelikle mevcut hastalıktan emin olmam gerekiyor. Sonuçta basit bir şey değil. Mümkün olduğunca direkt söylemiyorum, daha doğrusu söyleyemiyorum. Biraz alıştırarak veya aileden bir kişiye ayrı bir şekilde söylüyorum. En çok ALS (amyotrofik lateral skleroz) tanısında zorlanıyorum
-MS hastalığı üzerine uzun süredir çalışmalar yürütüyorsunuz. MS ile ilgili en güncel tedavi yaklaşımları nelerdir?
Multipl Skleroz (MS) hastalığı, özünde bağışıklık sistemini etkileyen bir hastalıktır. Dolayısıyla dünyadaki genel sıklığı da giderek artmaktadır. MS hastalığında güncel tedavi yaklaşımları, bağışıklık sistemindeki dengesizliği düzenlemeye yönelik biyolojik tedavileri kapsamaktadır. Yeni tedavi protokolleri, hastalığın seyrini yavaşlatmaya yönelik olarak geliştirilmiş ve bireyselleştirilmiş tedavi planları ile desteklenmiştir.
-MS teşhisi alan hastaların karşılaştıkları en büyük zorluklar nelerdir ve bu süreçte hastalarınıza hangi tavsiyelerde bulunuyorsunuz?
MS hastası dediğimiz zaman karşımızda 20-40 yaş arasında genç bir insan var. Hekim olarak, önünde uzun bir hayat olan bu kişinin tüm hayatını planlamak zorundayız. MS hastaları, ilk tanı aldıkları dönemlerde genellikle fiziksel ve duygusal zorluklarla karşılaşmaktadır; bu da yaşam kalitelerini etkileyebilmektedir. Bu süreçte, hastaların sosyal destek sistemlerini güçlendirmek ve psikolojik destek hizmetleri sağlamak önemlidir. Hastalara bu zorlukların üstesinden gelmelerine yardımcı olmak için tedaviye uyum ve düzenli takip öneriyorum. Hastalarımıza destek olmak amacıyla Türkiye MS Derneği’nin 3. Şubesi olarak 2013 yılında Gaziantep Şubesini kurmuş bulunmaktayız. Hedefimiz, hastalarımız için bir araya gelebilecekleri toplantılar yaparak tıbbi bilgi vermek, psikolojik destek sağlamak ve hatta bazı hobiler ile üretim yaparak kazanç sağlayabilecekleri bir merkez kurmak. Ancak halen bu hayalimizi gerçekleştirebilmiş değiliz. Ümitsiz değiliz; Gaziantep güçlü bir şehir ve bu konuda derneğimize destek bulunacağına inanıyorum.
-MS hastalığının erken teşhisi neden önemlidir ve bu konuda hastalar hangi belirtilere dikkat etmelidir?
MS hastalığının erken teşhisi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak ve yaşam kalitesini artırmak açısından kritik bir öneme sahiptir. Halkımızın hastalığın belirti ve bulgularını tanıması ve sağlık profesyonellerine başvurması için bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bulanık görme, güç kaybı, uyuşma, denge kaybı ve yorgunluk gibi semptomlar, erken müdahale için dikkate alınması gereken önemli işaretlerdir. Yıllardır, yani yaklaşık 16 yıldır bu hasta grubu ile çalışıyorum ve 4460 hastanın verileri ile bölgede en büyük merkez olduğumuzu söyleyebilirim. Bu tecrübeler ve dünyadaki bilimsel veriler doğrultusunda gördük ki, ne kadar erken tanı konulup tedavi başlanırsa, hastaların yıllar sonrasındaki özürlülükleri son derece azalıyor.
-MS hastalarının yaşam kalitesini artırmak için önerdiğiniz tedavi yöntemleri nelerdir?
MS hastalarının yaşam kalitesini artırmak için fiziksel aktivite, beslenme düzeni ve psikolojik destek gibi multidisipliner yaklaşımlar öneriyorum. Ayrıca hastaların bireysel ihtiyaçlarına göre uyarlanmış tedavi yöntemleri ve rehabilitasyon programları da yaşam kalitelerini iyileştirmekte etkili olmaktadır. Kendi pratiğimde hastalara her 6 ayda bir zihinsel fonksiyon testleri, el beceri testleri ve yürüme hızı ölçümleri yapıyorum; sadece MR görüntüleme ile takip etmiyorum.
-Son olarak dergimiz aracılığıyla nöroloji alanında çalışmayı düşünen genç doktorlara ve tıp öğrencilerine ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Nöroloji alanında kariyer yapmak isteyen genç doktorlara sürekli öğrenme ve mesleki gelişimlerine yatırım yapmalarını öneririm. Ayrıca hasta iletişimi ve empati becerilerini geliştirmek, bu alandaki başarıları için hayati öneme sahiptir. Klinik pratiklerinde etik değerlere bağlı kalmaları ve bilimsel araştırmalara katkıda bulunmaları da önemlidir. Mutlaka İngilizceyi iyi derecede bilmeleri gerekir. Kendilerine kapım her zaman açıktır.